11 Aralık 2017 Pazartesi

BAMBU

                                             BAMBU


    Bambu buğdaygiller familyasına ait ve 1200 , bazen birbirlerinden çok farklı görünen bitki türlerinden oluşan bir alt familyayı kapsayan türdür.
Bambu insanların en çok işine yarayan bitkilerden birisidir. Bambu türleri Asya,Güney ve Kuzey Amerika'da ve Afrika'da bulunur. En büyük bambu türleri 80 cm kalınlıkta ve 38 metreye kadar uzarlar. Bazı bambu türleri o kadar çok seyrek çiçek verir ki, bazen her 100 yılda bir ya da daha seyrek olabilir.
bambuseae: ağaç gibi büyüyen, tahta haline gelen bir kabuğa sahip olan kibar ve ince yapraklıdır, ama çok büyüyen çiçekler geliştiren türdür.
olyreae: ot gibi büyüyen,tahta haline gelmeyen ve boyları 1 metreyi geçmeyen bambu türüdür.












 
  Gıda bölümüne değinirsek: Bambular küçük fidanları sebze olarak yenilir ya da sirke içinde turşusu kurulur. Gıda olarak en uygun cinsler Bambusa, Dendrocalamus, Phyllostachys 'dir.
Bazı bambu türleri hafif asitleri vardır ve tatları da acıdır. Bu acı olan türler iyice kaynatılarak yok edilebilir. Japonya'da  bu acı tadı yok etmek için bambu kaynatılırken pirinç unu atılır, ayriyeten de Şili biberiyle de yok ederler.
Birde bambu'nun yenilebilir bazı tohumları ve turşusu vardır.Bazı bambu türleri ilaç olarak kullanılır.Faydaları; saç,tırnak ve kemik için faydası vardır ve en önemli özelliği ise depresyonu hafifletecek derecede faydası vardır(özellikle benim için).

  İnşaat malzemesi ise: Büyük bambu türleri hafif ama dayanıklı olan odunları ile ev yapımı için kullanılabilirler. Eskiden Asya'da özellikle Güneydoğu Asya'da bütün köyler tamamen bambudan inşa edilmiş. Hatta Tayland'ın siam kentinin yarısı bambu sandalların üzerinde suda yüzen evler  yapmışlardır.Bambu ile köprüler yapılıp bambu su borusu olarak kullanılıp kilometrelerce uzunlukta su hatları yaparlarmış.Dayanıklılığı sayesinde Nehir ve Deniz ulaşımında da kullanmışlardır.

 
 
  Kumaş: Tekstil sektöründe de bambulardan yararlanılmaktadır.Bambu antibakteriyel kumaşlar üretilmektedir.
  Bahçe: Çin'lilerin bahçe kültürünün temel bitkisi bambu türleridir.Bahçeyi güzelleştiren bu bir bitki olarak Avrupa'da yayılmaya başlamış ve devam etmektedir. Avrupa'da satılan çoğu cinsler; Fargesie,phyllostachys dir ve bunlar -20 dereceye kadar dayanıklılardır.













  Ev eşyaları için:Bambu ile mobilya ve başka ev eşyaları da yapılır. Sepet,perde,bardak,şapka ve balık tutmak için tuzak vd eşyalar yapılır. Endonezya'da bazı bambu türleri ile tek kullanımlık tencereler yapılır. Tırmanabilen bir bambu türü ile hatta çuvallar ve ceketler yapılır.

 










  Müzik enstrümanları: Çin,Tahiti ve Yava gibi bazı ülkelerde bambudan müzik aletleri yapılır. Bunlar; flüt,davul ve telli enstrümanlardır. 

  Silah türleri :Bambudan mızrak ve ok hortumları yapılır. Vietnam savaş'ında ormanlarda bambudan hazırladıkları tuzaklar Amerikan askerlerin en büyük korkusu olmuştur.Bambu ayrıca Japon samurayların geliştirdiği kendo sporunun temel silahlarından biridir.

  Bambu'nun kültürel anlamı: Bambu Çinlilerde uzun bir ömrün sembolüdür. Hindistan'da ise dostluğun sembolüdür. Filipinler ' de çiftçiler bambu sırıklarını şans getirsin diye tarlalarının etrafına dikerler. Japonya'da dürüstlüğün ve temizliğin sembolüdür.













4 Aralık 2017 Pazartesi

İBN-İ SİNA

                                                                  İBN-İ SİNA

  
   İbn-i Sina Buhara yakınlarındaki Afşana köyünde (Özbekistan) M.S 980 yıllarında dünyaya gelmiştir.Ölümü ise  Hamedan şehrinde (İran) 1037 yılında vefat etmiştir. Tıp ve Felsefe alanına ağırlık verdiği değişik alanlarda 200 e yakın kitap yazmıştır. Batılılarca Orta Çağ Modern biliminin kurucusu, hekimlerin önderi olarak bilinir ve Büyük üstad ismi ile tanınır.(hey maşallah) Tıp alanında yedi asır boyunca temel kaynak eser olarak ''El-Kanun Fi't-Tıb (tıbbın kanunu) adlı kitabı ile ünlenmiştir ve bu kitap Avrupa Üniversitelerinde 17.asrın ortalarına kadar tıp biliminde temel eser olarak okutulmuştur. Sadece savaş, medeniyet olarak değil tıp olarak ta dünyaya kendimizi duyurmuş bulunmaktayız.
























  İbn-i Sina Kuşyar isimli bir hekimin yanında tıp eğitimi aldı. Değişik konular üzerine 240'ı günümüze kadar ise 450 ye yakın makalesi vardır. Elimizdeki yazıların 150 tanesi Felsefe, 40 tanesi ise tıp üzerinedir. Eserlerin en ünlüleri Felsefe ve Fen konularını içeren çok geniş bir çalışma olan Kitabü'ş-şifa (iyileşme kitabı) ve El-Kanun Fi't-Tıb (tıbbın kanunu)' dır. Bu iki eser Orta çağ Üniversitelerinde okutulmuştur. Hatta bu eser Montpellier (Fransa) ve Louvain (Belçika) 'de 1650 yılına kadar ders kitabı olmuştur. 














 
    İbn-i Sina babasından, ünlü bilgin Natili (mantık bilgisi) ve İsmail Zahit 'ten ders almıştır. Geometri (özellikle Öklid geometrisi) ,mantık,fıkıh,sarf,nahiv,tıp ve doğa bilimi üstüne çalışmalar yapmıştır. Farabi 'nin El-İbane's aracığı ile Aristotales felsefesini ve metafiziğini öğrenip , hastalanan Buhara prensini iyileştirdikten sonra Saray kütüphanesinden yararlanma olanağına kavuşmuştur. Babası ölünce ,Cür-can 'da Şirazlı Ebu Muhammed 'ten destek gördü(tıp kanununu Cürcan'da yazmıştır). Çağında tanınan bütün Yunan filozoflarının ve Anadolu doğacıların  yapıtlarınıda incelemiştir. Burada  öğrenmemiz gereken ham madde ilimin ne kadar sonsuz olduğunu, insanoğlunun her şeyi başarabileceğini, eski yıllarda kıt kaynak ile neler başardıklarını ve şuana kadar onların bilginlikleri sayesinde neleri aştığımızın bir göstergesidir.
















    İbn-i Sina yaşadığı dönem İslam'ın Altın Çağı olarak bilinen ve Yunanca, Farsça ve Hintçe'den eserlerin çevirilerinin yapılıp yoğun bir şekilde incelendiği dönemde önemli çalışmalar ve yapıtlar gerçekleştirdi. Horasan ve Orta çağ'daki Samani Hanedanı ve Batı İran ve Irak topraklarındaki Büveyhiler bilimsel ve kültürel ilerlemeye çok uygun bir ortam hazırlamışlardı. Bu ortamda Kuran ve Hadis çalışmaları çok ilerlemişti. Felsefe, Fıkıh ve Kelam çalışmaları İbn-i Sina ve çağdaşlarınca oldukça geliştirilmişti. Razı ve Farabi tıp ve felsefe alanında yenilikler sağlamışlardı. İbn-i Sina Belh, Hamedan, Horasani Rey ve İsfahan ' daki muhteşem kütüphanelerden yararlanma olanağı elde etmişti. İbn-i Sina 14 yaşında öğretmenlerini geçerek, 19 yaşında doktor unvanı elde edip ve ücretsiz hastalarını tedavi etmeye başlamıştı.


   İbn-i Sina kalan 10 ve 12 yılını Ebu Cafer 'in yanında hizmete geçti. Burada Doktor, bilim danışmanı olarak çalıştı ve hatta savaşlara bile katıldı. Bu yıllarda edebiyat ve filoloji çalışmaya başlamıştır. Bir Hamedan seferi sırasında şiddetli bir Kolit hastalığına yakalandı. 1037 yılında Ramazan ayında 57 yaşında vefat etti. Kabri Hamedan' dadır.



















ESERLERİ; 

*El kanun Fi't-tıb

*Ktabü'l Necat

*Risale fi-İlmi'l-Ahmak

*İşarat ve'l-Tembihat

*Kitabü'ş -Şifa


kaynak: The New Medicineibnsinaavicenna. com. Encyclopaedia Iranica








29 Kasım 2017 Çarşamba

PİRANA

                                                              PİRANALAR

   Güney Amerika'daki akarsularda yaşayan,küçük ama yırtıcılığla dikkat çeken bir düzineyi aşkın balık türüne Pirana adıyla bilinir.Piranalar etobur ve otobur olarak iki sınıfa ayrılır.Bu balıklar tatlı su balıklarıdır,tuzlu suda yaşayamazlar(denizde örneğin).Bu balıklar tetralar gibi(tetra:küçük tatlı su balığı) gibi, saldırgan olmayan çok renkli birçok akvaryum balığının akrabasıdır. Piranalar çok geniş alanı kaplayan Amazon havzasındaki akarsularda ve Orinoko (Güney Amerika'nın en uzun nehirlerinden) gibi yakınındaki ırmaklarda yaşarlar. İçlerinden 4-5 tür özellikle tehlikelidir. Aralarında Pacular(otobur piranalar) saldırgan değildir.














    Piranalar en belirgin özelliği iri ve sivri dişleridir.Güçlü kaslara bağlı alt ve üst çenesinde sıralanmış olan ustura gibi dişler ağız kapandığında birbirlerine sıkıca kenetlenir.Böylece pirana kendinden çok daha iri olan avından büyük parçalar koparabilirler. En büyük pirana türü Brezilya'nın doğusunda yaşayan ve uzunluğu 60 santimetreyi bulabilen kara piranadır. Piranaların son derece yırtıcı olduğu eskiden beri söylenip yazıldığı ve kanıtları ise çoktur.














   Binlerce balıktan oluşmuş büyük sürüler halinde yaşayan piranaların suya giren ya da düşen sığır ve kapibara ( kemirgen hayvan ) gibi iri hayvanlara saldırdığı bilinmektedir. Ancak çoğu pirana türü diğer balıklar ve suya düşen meyve, tohum gibi bitkisel maddelerle beslenir. Piranalar ailelerine çok bağlıdır amakan kokusuna dayanamaz. Yani pirananın annesi yada ailesinden biri yaralanmış ise ve pirana kan kokusunu hissettiği anda ailesini bile yerler. Huy ve fiziki yapıdan köpek balıklarına benzerler.Dişi piranalar yumurtalarını su bitkilerine yapıştırır erkekleri de bunları yavrular gelişip çıkıncaya kadar korurlar.












       Pirana anatomisi:

*Sırt yüzgeci: Balığın dik durmasını sağlar.bir nevi omurga görevini yapar
*Yağ yüzgeci: Bu yüzgeç ne işe yaradığı hala bilinememiştir tüm balıklarda olduğundan dolayı çok şey söylenir yani muallak
*Kuyruk yüzgeci: Balığın su içinde ilerlemesini sağlar. Sağa ve sola hareket ettirerek suyu yarar ve ilerler. Ayrıca dümen görevi yapar ve kuyruğu sayesinde yönlenir.
*Anal yüzgeci: Sırt yüzgeci ile birlikte omurga görevini üstlenir balığın dengede ve dik durmasını sağlar. Ayrıca kimi balıklarda üremeye yardımcı olur.
*Karın ve göğüs yüzgeci: Balıkta kol, bacak yerine geçerler. Bu yüzgeçler sayesinde manevra yaparlar. İleri geri yaptıkları hareketler ile balık ani fren yapabilir ya da yavaşlayabilir.













  






27 Kasım 2017 Pazartesi

MACHU PİCCHU

                                         MACHU PİCCHU


   Machu piccu bugüne kadar çok iyi korunarak gelmiş olan bir İnka antik şehirdir. 7 Temmuz 2007 tarihinde Dünyanın 7 Harikası'ndan biri olarak seçilmiştir. And Dağları'nın bir dağın zirvesinde 2360 metre yükseklikte Urubamba Vadisi üzerinde (yani inka kusal vadisi ) kurulmuş olup Peru'nun Cusco şehrine 88 km mesafededir.( Cusco şehrinin nüfusu 250,000 reis ) Şehir İnkalı bir hükümdar olan Pachacutec Yupanqui tarafından 1450 yılları civarında inşa ettirilmiştir. İspanyol istilacılar 1532 yılında buraları işgal ederken sık dağlar arasında kalmış bu şehir işgalciler tarafından fark edilmemiş ve bu sayede zarar görmemiştir. Machu Piccu 200' den fazla merdiven sistemiyle birbirine bağlı olan taş yapıdan oluşur. Şehrin 3000 basamağı bugün hala iyi durumdadır.



    Şehirde içinde 100 ' den fazla insan iskeletinin bulunduğu 50 adetin üzerinde mezar keşfedilmiştir.İlk başta bunların yüzde sekseni kadın sanılmıştır lakin kadın erkek oranlamasının  neredeyse eşit olduğu kanıtlanmıştır. Şehrin İnkalar'ın yetiştirme ve disiplin yeri olduğu teorisi geliştirilmiştir.Şehrin 700 den fazla İnka Asil ve Din adamına ev sahipliği yapmış olduğudur.











    
    1912 ve 1913 yıllarında Bingham, şehri ortaya çıkarmaya başlamıştır. 1915' de Machu Picchu araştırmalarıyla ile ilgili kitap yayınlamıştır. National Geographic Society 'nin Nisan 2013 sayısını Machu Picchu şehrine ithaf etmesiyle meşhur oldu...(kaynak youtube  machu picchu)











  

29 Ağustos 2017 Salı

JESSE JAMES

                                                JESSE JAMES (1847-1882)

       Jesse Woodson James (1847-1882) Amerikalı bir hayduttur. Missouri eyaleti bölgesinde kanunsuz işler gerçekleştirmiş ve Younger çetesinin en ünlü üyesidir. Ölümünden sonra Vahşi Batı'nın efsanevi isimlerinden oldu. Yaptığı soygunlardan sadece kendisi ve çete üyeleri geçimlerini sağlayabilmiştir.







    Jesse james Missouri'de dünyaya geldi. Babası Robert S. james çiftçiydi.Babası Robert james Altına hücum etme sırasında Kaliforniya 'ya gitti ve jesse3 yaşındayken babası orada öldü. Jesse'nin babası öldükten sonra annesi Lindi Viner 2 evlilik yaptı. İç savaş olması nedeniyle Jesse james'in hayatına da yön vermiş oldu.1861'de savaşın ilk muharebelerinden sonra bölgede gerilla faaliyetleri yoğun şekilde arttı. Jesse james'in çetelere katılan kardeşi Frank yüzünden çok zor günler geçirip işkenceler gördü. Fran james'in O zamanda yapılan Kansas katliamına (200 öldürüldü) katıldığı söylenir..












    1863-64 yıllarında  Frank, Quantrill  çetesiyle (William Quantrill kansan katliamını yapan lider ) beraber Teksas'a gitti ve bahara doğru Fletch Taylor'un önderliğinde küçük bir grupla beraber geri döndü. Jesse james 16 yaşındayken gruba katıldı. Çete lideri Fletch ağır yaralanınca Frank ve Jesse james kardeşler Kanlı Bill Anderson'un (bushwacker) grubuna katıldı. Jesse james o yaz göğüsünden ağır bir şekilde yaralandı, ancak Centralia Katliamına katıldığı söylenir. Katliamda 22 silahsız kuzeyli asker öldürüldü.Ölülerin kafa derileri yüzüldü ve uzuvları birbirinden ayırdıkları söylenir (oha). Kuzey birliği haberi alınca orduyla beraber geldiğinde gerilla yani çete Kuzey askerlerini pusuya düşürdü ve teslim bile olanları ağır bir şekilde cezalandırıp öldürdüler. James kardeşler kötü şöhretleri nedeniyle bölgeyi terk etmek zorunda kaldı. 

Resimdeki Quantrill çetesine aittir knk.







     Jesse james bir çatışmada çok ağır yaralandı ve kzueni Zee Mimms bakıyordu. durumu iyi gidene kadar bide ortamdan dolayı bir müddet Nebraska'da sürgünde kaldı. Jesse james ve Zee 9 yıl geçtikten sonra evlendiler. Clay County Savings Association Banka soygununu 13 Şubat 1866 tarihnde gerçekleşti.Jesse ve kardeşi olan Frank soygunda olup olmadığı bilinmemektedir. Jesse ve kardeşi 1868 yılında Cole Younger ile birleşerek Russellville Kentucky'de bir banka soydular. Jesse James'in ünlü olması ise 1869 yılında Aralık ayında olmuştur. Daha sonra Jesse ve kardeşi Daviess County Bankasını soydular. Jesse james soyduğu bankalar sayesinde eski çetelerin önüne geçerek en tanınmışı oldu. Jesse james'in soygunlarını basan bir gazeteci sayesinde kahramanlık gibi anlaşılmaya başlandı ve Kolluk kuvvetlerin çeteyi yakalamasına mani olmuştur. Ayrıca jesse'nin ünlü olmasına siyasetinde etkisi çok olmuştur. James-Younger çetesini kurmuşlardır. Kurulan bu çete bir çok banka ve posta arabaları soymuşlar dır. Çete artık tren soygunlarına yönelmiştir ve en yüksek meblağ bu soygunlarda gerçekleşmiştir. Tren soygunlarında yolculara dokunmayan ve sadece para kasasını çalan Jesse james hakkında Robin Hood efsaneleri türetilmiştir.











    
    Jesse James güvenebileceği sadece 2 adamı kaldığını düşünüyordu. Robert ve Charley (Ford )kardeşlerdir. Charley Jesse ile daha önce soygunlarda bulunmuştur. Kendisinin daha iyi korumak isteyen Jesse , Ford kardeşlerden onun ailesinin yanında taşınmasını istemiştir. Ama 2 kardeşin Missouri valisi olan Thomas Crittenden ile onun yakalanması için gizlice plan yaptıklarından haberi yoktu. 3 Nisan 1882 de Ford kardeşler ve Jesse soygun için yola çıkmaya hazırlanıyorlardı. Havanın sıcak olması sebebiyle ceketini ve silahını çıkardı Jesse. sonra duvardaki resmin tozlu durduğunu fark edip sandalyenin üzerine çıkarak tozunu almaya başladı. Robert Ford durumdan yararlanarak Jesse'nin büyük babasının silahını alarak Jesse'yi vurdu. Rober Ford yaptıklarını gizlemedi ve valiye telgraf çekerek ödülünü istemişlerdir. Ölüyü görmek için kalabalık artmaya başlandı. Ford kardeşler tebrik beklerken idam ile yargılandılar ve mahkum edildiler. Ancak vali mani olarak serbest bırakıldılar.

   
    Charley Ford 6 Mayıs 1884 tarihinde Richmond Missouri'de intihar etti. Robert Ford ise 8 Haziran 1892 'de Creede Colorado' daki çadır meyhanesinde öldürüldü.Katili Edward Capehart cinayeti Jesse James'in intikamını almak içi öldürdüğünü belirtti.







    Hayatı boyunca Jesse Konfederasyoncular arasında önemli biri olmuştur.Bazı tarihçilere göre Missouri'de Konfederasyonun yükselişini ona bağlar. James bu dönemde Amerika'nın Robin Hood'u imajını kazandı. Şirketlere karşı küçük çiftçinin yanında gösterildi. Robin Hood efsanelerinin aksine soygunlarından çete üyeleri dışında kimse pay almamıştır. Onun için oluşturulan Kahraman Haydut imajı hala yaşamaktadır..

 









25 Ağustos 2017 Cuma

SONBAHAR

                                                                  SONBAHAR

Mevsimlerden sonbahar,aylardan ekim...Zaman şimdi sonbahar üzerinde durdu.Yaşadığım ülkenin en güzel yanı,zaman her mevsime konuyor.Her renge şahit oluyor gözlerim,her koku ciğerlerime ayrı bir nefes...Sonbahar,ahengi edası farklı,yaşayabilene görebilene ne güzel mevsim.Ağaçlar tekrar buluşmak üzere yapraklarına veda ederken kendiyle baş başa kalır...Yaradan,ağaca da hatırlatmak ister gibi kendini,onu yalnız bırakır.Beni çırılçıplak bırakıp sonra yemyeşil giydiren rabbime şükürler olsun demesini ister sanki.Her zaman yeşil yapraklarıyla beraber olsa hatırlar mı acaba onu yaratanı..? Hamt edebilir mi gönlünün ta derinlerinden...Her canlı onu tanıyacaktı elbet,hatırlayacaktı bir şekilde ve hatırlatacaktı kendini en güzel şekilde...Biraz hüzün biraz da neşeyle...Bazen düşünürüm yapraklarını dökmeyen çamı,ardıcı,ladini,serviyi ve diğerlerini...Asi kullara benzetirim onları...İnatla baş kaldırmalarını,yapraklarını ısrarla dökmeyişlerini,sıkıntı,darlık görmemiş ve bu sebepten Rabbi unutmuş kullara ya da inatla yaratanı inkar edenlere benzetirim.Sonra haksızlık ettiğimi düşünürüm,hayat her şeye rağmen devam ediyor diyen bu ağaçlara.Düşüncelerimden dolayı suçlarım kendimi, beynimi ve kalbimi.


  



  



    Biliyorum illa ki rahat durmayacak zaman ve elbet kışın üzerine de konacak.Ama zaman sonbaharı atlamayacak yaşatacak her canlıya,tefekkürle bakan her göze gösterecek Allah'ın kudretini.Ve bağıracak sonbahar,avazı çıktığı kadar,Ey insan! sende benim gibi sararıp solup,öleceksin ve üzerin örtülecek beyaz bir örtüyle.Sonra senin de baharın gelecek elbet, sende dirilecek yeniden yeşereceksin...

    Hep bir zorluk vardır güzel başlangıçları yaşayabilmek için...Doğada,insanda sancısız ulaşamaz istediğine.Anne sıkıntı ve sancıyla doğurup alır kucağına bebeğini.Ağaçlar sonbaharda döktüğü yaprakların ardından ilkbaharda,dallarından sancıyla çıkardığı çiçeklerin meyvelerini kucaklar...Güneş sancılı doğar güzel bir gün için.Ay geceyi aydınlatmak için sancı çeker.Yıldızlar aya eşlik eder.Zahmetsiz Rahmet Olmaz der sanki Yaradan tüm kainata...Ve kainattaki tüm canlılar Yaradanına secde eder kendince.Görebilene ne mutlu.Ve yine kainattaki tüm canlılar onu çağırır durmaksızın kıymete dk.Duyabilene ne ala...Hem duyan hem gören hem de hisseden aşıklara selam olsun...Selam olsun Allah diyen kainattaki her zerreye...

PİGMELER

                                                                        PİGMELER


   Kısa boylu insanları tarif edip anlatmak için en çok kullanılan sözcüklerden biridir Pigme.Kelimenin kökeni Yunanca,bir uzunluk birimi ve dirsekten parmaklara kadar olan mesafeye denk geliyor.Orta Afrika'nın ilk yerleşimcilerinden olan Pigmelerin boyu ise 1,5 metreyi neredeyse aşmıyor. Pigmeleri sınıflandırılırken boylarını baz alıp boy ortalaması 1,5 metreden az olan her sınıfı pigme olarak mı tanımlamalıyız ? Ya da sınıflandırmada, boy faktörünü es geçip kültürel öğelere mi ağırlık vermeliyiz ? diye çok tartışılan konulardandır.









      Afrika'nın ilk sakinlerinden olan Pİgmeler günümüzde kıt'anın çeşitli yerlerine dağılmış durumdalar.Doğu Afrika Pigmeleri, Belçika Kongosu'nun Ituri ormanlarında yaşıyorlar.Orta Pigmeler aynı ülkenin kuzeyindeler. Batı Pigmelerine ise en çok Kamerun ' da rastlanır. Bunların dışında Gabon, Ruanda, Uganda sınırları içinde kalan topraklarda da Pigmeler var. Afrika Pigmelerinin dışında bir de Asya Pigmeleri var, Negritos adıyla biliniyorlar. Negritos ispanyolca ''küçük siyah adam'' demek. Fiziksel özellikleri Afrika Pigmeleriyle bire bir aynı. Buraya nasıl geldikleri, göç yolları hala bir sır ve tartışma konusu. Seylan' da Hint okyanusunda ki adalarda ma-samutra ve Filipinler 'de de Pigmeler yaşamaktadır.Boylarıyla orantılı küçük kulübelerinde yaşayan Pigmeler günümüzde hayatlarını avlanarak ve yabani yiyecekleri toplayarak sürdürüyorlar.










      Başlıca av hayvanları domuz, maymun ,antilop ve ceylanlardan oluşuyor. Özellikle ağaçlara tırmanma konusunda oldukça ustalar. Köpek dışında evcil hayvanları olmayan Pigmeler tarımı da bilmiyorlar. Ergenlik dönemine kadar Pigmelerin gelişimi diğer insanlardan pek farklı değildir. Bazı kaynaklara göre atalarından aldıkları genetik bir miras. başka bir teoriye göre ise yaşadıkları yağmur ormanları ve yeryüzüne ulaşamayan güneş ışınlarıdır, bazılarına göre ise vitamin eksikliğine göredir. bir gerçek şu ki Pigmeler 3000 yıldan fazla bir topluluktur.



     







      Kamerun ormanlarında yaşayan Pigmeler 2044-2009 yılları arasında müslüman oldu. Kabile şefi '' daha önce hiç bir dinden haberimiz olmadığı için İslamiyeti kabul etmek zor gelmedi'' diyor. Pigmeler arasında artık bir köyün olması gurur verici ve hamd edilecek en büyük örneklerdendir. Pigme köyü 30 nufuslu ve 2 cami bulunmaktadır. Camileri yapan ise İHH nın vesilesi ile olmuştur. Müslüman olan köyün ise adı Makure ' dir. İlk müslüman pigme'nin adı ise İbrahim' dir. 











24 Ağustos 2017 Perşembe

Ragnar Lodbrok

                               RAGNAR LODBROK

    Ragnar Lodbrok efsanevi Viking savaşçı ve kral.Kendiyle ilgili bir Saga  olan Ragnar çok tanınan bir Viking kralıdır. Keşifçi ruhu olan Ragnar Fransa ve İngiltere'ye başarılı askeri seferler düzenlemiştir. Zorlu mücadeleler sonucu Danimarka ve İsveç kralı olmuştur. O zamanın vikingleri Odin'den geldiğine inanırlarmış. Ragnar kadınlarda ünlü savaşçı olan Lagertha ve Aslaug ile evlenmiştir. En başarılı olan çocukları Ivar ile Björn'ün üstün başarılarından dolayı Ragnar'ın çocuklarının gölgesinde kalacağı korkusu sarmıştır Sagalarda. Ragnar özellikle Fransa'da nehirleri kullanarak çok geniş çaplı bir bölgeyi yağmalamayı başarmıştır. Hiç beklenmedik cesur seferlere katılmıştır, 9.yüzyılda çok sayıda savaşta galip olmuştur.













  Ragnar lodbrok üstün zekasıyla ve kurnazlığıyla Fransa'ya saldırmakta ün yapmıştır.Hristiyan şehirlerine saldırırken kullandığı en önemli taktik kentteki tüm savaşçıların kilisede ayinde olduğu  pazar günlerini saldırı için seçmiştir( vay zalım). Genellikle yüklü bir kefalet sonrasında kurbanlarını serbest bırakır, aynı yere sürekli saldırarak zenginleri talan ederdi. 





   845 (Paris kuşatması) yılında Ragnar güneye doğru yola çıkar. Yaklaşık 120 gemi ve 5000 Viking savaşçısıyla Sen Nehri'nden başlayarak Karolenj İmparatorluğu'nun Fransa Krallığı içinde ki batı sahillerini yağmalamıştır. Fransa'nın içine girerek  Paris'i ele geçirmişlerdir. Fransa kralı Ragnar'a şehre zarar vermemesi için çok yüklü  Danegeld (vergi) fidye ücreti ödemiştir.










   Ragnar Lodbrok kaynaklara göre İngiltere'de öldüğü konusunda daha ağırlık basmaktadır. Ragnar bir çok rivayet olduğu için Northumbria Kralının eline nasıl düştüğü bilinmemektedir. 865 tarihinde Ragnar'ın oğulları tarafından babalarının intikamını almak için aynı yıl seferler düzenlemişlerdir.









 Yılan çukuru tarihi bir idam yöntemidir.Mahkumlar , engerekler (zehirli yılan) gibi yılanların olduğu çukurlara atılırdı. Ragnar lodbrok 865 yılında savaşı kaybedince Northumbria Kralı 2.Aelle tarafından yılanlı çukura atılarak öldürülmüştür. Ölüm haberini alan oğulları Ivar öncü olmak üzere diğer oğulları İngiltere'ye giderek toprakları yağmaladığı ve kral Aelle'yi esir aldığı söylenmektedir. Blodorn denen viking geleneneğinin işkence tekniği yani Kan Kartalı ' nı uygulayarak feci bir şekilde öldürmüşlerdir.











   Ragnar Lodbrok yılan dolu çukura atıldığında ölüm türküsü söylediği bilinir.

-Odin'in benim için şölen masasını hazırladığını bilmek çok güzel. Yakında kıvrık boynuzlardan şarap içeceğiz. Odin'in Valhalla'sına gelen bir savaşçı şikayet etmez. Onun yanına ağzımda korku sözleriyle girmeyeceğim. Æsir beni karşılayacak. Ölüm yas olmadan gelecek. Ben de gitmek için sabırsızlanıyorum. Disir artık beni eve götür, Odin'in gönderdiği Valkürler. Æsir ile onur duyarak içkimizi yudumlayalım. Ömrümün günleri sona eriyor. Ölürken gülüyorum.
















23 Ağustos 2017 Çarşamba

Koca Yusuf

                                                   KOCA YUSUF-DELİ ORMANLI

    Serbest güreşin efsanevi isimlerinden olan Koca Yusuf 1857 yılında Osmanlı devleti zamanında , bugün ki Bulgaristan sınırlarında yer alan Şumnu Kasabası ' nın Karalar köyünde doğmuştur. Asıl adı Yusuf İsmail 'dir. Babası ile dedesi Yusuf 'un ilk güreş ustalarıdır. ilginç olan Yusuf küçüklüğünde danalarla boğuşmaya başlamasıdır. Hevesli olan Yusuf kispeti (meşin pantolon) ayağına geçirip güreşmeye başladı. Türk güreşinin gelmiş geçmiş en büyük pehlivanı olarak adını duyurmayı başarmıştır .  Avrupa ve ABD ' de yaptığı bütün güreşleri kazandı. 1898 yılında ABD ' den dönerken bindiği vapurun batması sonucu vefat etti. Mezarı ise Atlantik Okyanusu ' nda kaybolmuştur.












    Koca Yusuf 1.88 cm boyunda ve 138 kilo becerisi, gücü ve sporcu ahlakıyla beraber ''KOCA'' lakabınıda almıştı. Lakabı Filozof Rıza Tevfik tarafından verilmiştir. Koca Yusuf çıraklığını Nasçıköyü Kel İsmail pehlivanın yanında yapmıştır. Kırkpınar başpehlivanlığı elinde bulunduran Kel Aliço ile 1885 yılında güreşmiştir. Güreş o kadar uzun sürmüştür ki geceye kadar devam etmiştir. Koca Yusuf 26 yıllık başpehlivanlığı elinde bulunduran ve yaşça Kel Aliço ' dan küçük olan Yusuf pes etmek ister , lakin Kel Aliço başpehlivanlığı ve meydanı Deliormanlı Koca Yusuf'a verir. Devrin meşhur pehlivanlarını alt edip herkese üstün olduğunu kabullendirmiştir. Koca Yusuf   V Murat , Sultan Abdulhamit , Sultan Abdülaziz zamanlarında pek çok güreşe katılmıştır. O zamanın organizatörleri Koca Yusuf'u Avrupa'ya götürmüşlerdir. O zamanın büyük hocalarının fetvası üzerine kendini ve onu temsil edenlerin adını duyurmak amacıyla gitmeini istemeleri üzerine Koca Yusuf Avrupa'ya gitmeye karar verir..













   Koca Yusuf 1894 de Avrupa'ya gitti ve Paris'te  minder güreşinin kurallarını öğrendi. Öğrenim zamanlarında bile dakikasında rakibini yere indirirdi. Fransa'nın en meşhur güreşçilerini kısa sürede yenerek herkesi hayrete düşürmüştür. Dünya şampiyonu diye bilinen Sabes ' i 4 dakikada yenmiştir. Artık seyirciler kısa süren güreşlerden sıkılmış uzatmasını istemişlerdir lakin Koca Yusuf bunu reddetmiştir. Organizatörler güreşlerin uzaması için 2 güreşçiyle Koca Yusuf'la güreştirirler. En iyi güreşçileri Yusuf'un karşısına çıkarırlar 20 dk olan süre içinde dolmadan Koca Yusuf ikisini de yere serer. Avrupalılar müslümanı anca müslüman yenebilir düşüncesi ile Türkiye'den Hergeleci İbrahim'i getirirler. bu güreşte kural değil Türkiye'de olduğu gibi serbest yapılır. O kadar muhteşem güreş olur ki Yusuf rakibi o kadar iyi düğümler ki seyircileri bir korku salar rakibin boğulduğunu sanıp korkuyla bağrışmalar olur yetkililer hemen ayırırlar. Lakin Yusuf ve İbrahim şaşkın halde neden ayırdıklarına anlam vermezler ve iki güreşçide berabere kaldıklarını ilan ederler. Burada serbest güreşi bilmediklerinden dolayı ayırmışlardır.













     Koca Yusuf Fransa'da 3 yıl kalmıştır ve çok sıkılmıştır. Koca Yusuf 1897 yılında ABD'den teklif gelince oraya gider. Orada güreşen Yusuf 33 müsabakada hepsini yener. Şikago'da dünya şampiyonu olan Evan Lewis'i 2 defa üst üste yenmiştir. ABD'de Koca Yusuf'a THE TERRİBLE TÜRK (korkunç Türk ) ünvanını vermişlerdir.bunlara karşılık Koca Yusuf'un karşısına 5 güreşçi çıkarırlar, birincisini yenince diğerleri çıkmaktan vazgeçerler. Bir diğer meşhur güreş ise John F.MC.Cormick ile güreşirler. Koca Yusuf'a 1 saat içinde 3 tuş yapmalarını isterler. Koca Yusuf ise rivayetlere göre 7 dakikada 3 tuş yapar. Yusuf'un diğer bir güreşi ise Rum Yorgi'dir. Birincisi 47 saniye ikincisi ise23 saniyede Koca Yusuf Yorgi'yi yenerek adını dünyaya duyurur. Koca Yusuf son maçını ise Chicago'da lewis ile yapar. Üst üste 2 defa lewis'i yenerek yeniden tarih yazmıştır. Bu başarılarına karşılık A vrupalılar '' Yenilmez Türk '' ünvanını vermişlerdir.













    Koca Yusuf'un Refiye'den Mehmet ve Hüseyin adında 2 oğlu olmuştur. Türkiye'ye dönmek üzere 1898 yılında Fransız Bandıralı La Bourgogne transatlantiği ile yola çıkan Koca Yusuf 4 temmuz 1898 sabahı bandıralı Cromartyshire şilebiyle çarpışıp batması sonucu tüm yolcu ve mürettebat olmak üzere hepsi boğularak ölmüştür. Koca Yusuf'un Cesedi ise Atlantik Okyanus'unda kaybolmuştur.

















28 Temmuz 2017 Cuma

KOROWAİLER

                                                             KOROWAİLER

    
         Endonezya ' nın Batı Papua bölgesinde yaşayan Korowailer, ormanın derinliklerinde yaşayan,yaşamlarını yamyamlıkla sürdüren ve khakhua adı verilen erkek cadıların öldürülmesi gerektiğine inanan yaklaşık 3000 kişilik bir kabiledir. Korowailer yaşamlarını genellikle ağaçlarda geçiriyor.  













       Korowailer yaşamlarını genellikle vahşi hayvanları avlayarak ve batı bitki yapraklarını yiyerek hayata tutunmaya çalışıyorlar.İnançlarına göre kabileden bir kere ayrılan olursa onu yeniden kabileye kabul etmiyorlar. İlginç bir yanı ise korowailer her insanı yemezler. khakhua denilen kötü inançlı kabul edilen kişiyi aralarından biri seçilerek öldürülüp yeniliyor. Khakhua adını verdikleri bir kötü ruhun varlığına inanıyorlar ve khakhua olduğuna inandıkları erkekleri cadılıkla suçlayarak öldürüyorlar. Lanetlenen kişiyi genellikle uykudayken öldürüp iç organlarını yiyerek infazı gerçekleştirirler.


      Kısacası dünyanın en yüksek ağaç evlerini yapma özelliklerine sahip olan bir kabiledir. yaklaşık 35 metreye kadar inşa edebiliyorlar. Böylece sel, doğal afet, yabani hayvanlardan korunuyorlar. Ve yaptıkları evlerin bitiinden sonra törenlerle kutlanıyor. Bu kabile antropologlarında (geçmiş ve günümüz topluluklarında yaşayan insanların çeşitli yönlerini inceler. İnsanın iskelet, kafatası gibi fiziki yapısını araştırır) dikkatini çekmeyi başarmıştır. Korowailerin en özelliklerinden biri de ne kadar yüksek olursa olsun en hızlı tırmanma özelliğine sahip bir kabiledir.
















30 Mayıs 2017 Salı

ŞERPALAR

                                           ŞERPALAR

   Diplomasi dilinde, ülkeleri önemli zirvelerde temsil eden kişiler için kullanılan bir terim olan Şerpa aslında Nepal ' in bölgesinde yaşayan bir etnik grubun adıdır. Himayalara tırmanmak isteyenlere genelde hep bir Şerpa eşlik ettiğinden, ülkeleri önemli yerlerde görev yapanlara da Şerpa tanımı kullanılıyor. Şerpa ' lar 500 yıl önce Doğu Tibet ' ten Nepal ' e göç etmişlerdir.Şerpa sözü Tibet dilinde Doğu anlamına gelen ''şer'' ve halk-insan anlamına gelen ''pa'' ekinden oluşuyor.










Şerpalar yüzyıllardır Everest ' in eteklerinde hayvancılık ve tuz ticareti ile uğraşırken son 50 yıldır dünyanın dört bir yanından gelen dağcılara destek olmalarıyla adlarını dünyaya duyurdular.Ekibin tırmanışı sırasında çadırları onlar kuruyor,üst kamplara gitmesi gereken yükü onlar taşıyor,yiyecek ve içecekleri onlar hazırlıyor,rotaları,güvenlik araç gereçleri,ipleri,botları onlar döşüyor.Geriye dağcılara sadece tırmanmak ve dinlenmek kalıyor..







Kısacası  Evereset' e çıkan dağcıların çoğu Şerpalar sayesindedir. Bir şerpa bu hizmetlerin karşılığında bir tırmanıştan 1000 ile 2000 dolar arasında kazançları oluyor.Hayatlarını büyük risklere attıkları düşünülürse bu paranın ne kadar az olduğu anlaşılıyor. Ancak dağlarda geçim koşulları bir hayli zor olan şerpalar için bu paralar hiç de fena sayılmıyor.












  Şerpalar ' ın çoğunun ismi birbirine benziyor.Genellikle adetlerinde doğdukları günün adını veriyorlar. Şerpalar için çocuklar çok önemlidir.Yeni doğan çocuklara isim vermek için özel törenler düzenlenir.Kızlar ev işlerini üstlenirken erkekler oyun oynamaya daha fazla vakit ayırırlar.
Şerpaların bir bölümü yolu dahi olmayan 4200 metre yükseklikteki dağ köylerinde yaşar.Bu köyler iki katlı, taş evlerde barınan Şerpalar her yere yürüyerek gider ve her şeyi sırtlarında taşır.Dağlık köylerde okul hiç yoktur.Okula giden çocuklar aşağı köylere inmek için 4,5 kilometrelik yol kat ederler..

  Şerpaların adını duyuran en önemlisi Tenzing Norgay' dır.Yeni Zelanda' lı Edmun ile beraber 1953 yılında Everest'in zirvesine ilk  ayak basan kişilerdir...